14 Haziran 2008 Cumartesi

Şimdi Besteler Suskun… Göç Etti Avni Anıl…

M.NİHAT MALKOÇ

Ölüm meleği Azrail, kıymetli kıymetsiz ayrımı yapmadan “Her canlı ölümü tadacaktır” ayeti gereğince canları ötelere taşıyarak ölümsüzleştiriyor. Gün geçmiyor ki sala sesleriyle uyanmayalım. Gerçi son yıllarda şehirlerde sala seslerini pek duymuyoruz. Zira ölümü çağrıştıran bu sesler, insanların moralini bozuyor diye artık şehirlerde yankılanmıyor. Oysa gerçeklerin üstünü örterek onları bertaraf edemeyiz. Ölüm de hayatın vazgeçilmez bir gerçeğidir. O hepimizin tadacağı, bazı kişilere göre acı, bazı kişilere göre tatlı olabilecek bir duygudur. Bu, kişinin sürdüğü ömrün içeriğine göre değişiyor. Kişi cenneti de, cehennemi de dünyadan götürüyor. Kimseyi suçlamaya, boşu boşuna yakınmaya hakkımız yoktur.

Ölüm bu sefer de bestelerin gür sesi olan Avni Anıl’ı susturdu. Türk musikisinin gelmiş geçmiş mühim şahsiyetleri arasında çok önemli bir yere sahip olan Avni Anıl, arkasında birbirinden kıymetli besteler bırakarak aramızdan ayrıldı. O, bundan sonra duygularımızı coşturan besteleriyle yaşayacak. 23 Nisan’da doğmuştu Avni Anıl… Çocukların bayram ettiği bir günde dünyaya gelmişti. 23 Nisan 1928 tarihinde İstanbul’da doğan Anıl, seksen yıllık uzun ve verimli bir hayat sürdükten sonra 14 Haziran 2008 tarihinde çok sevdiği güzel İzmir’de hayatını kaybetti. Anıl’ın 120’nin üzerinde bestesi vardı. Kültür Bakanlığı 1998 yılında yerinde bir kararla kendisine Devlet Sanatçısı unvanını vermişti.

Polislikten gelme bir bestekârdı O… Askerliği sonrası Polis Enstitüsü’ne giren Avni Anıl, 1955 yılında polislikten ayrılmış ve gazeteciliğe başlamıştı. Üç yıl Akşam gazetesinin sanat sayfasını yönetmişti. 1955-1967 yılları arasında İstanbul Radyosu’nun haber servisinde çalışmıştı. 1967’de ‘Anıl Yayın Ajansı’nı kurmuş, Dünya gazetesinin sanat sayfasını yönetmişti. ‘Musiki ve Nota’ dergisini çıkarmıştı. İki kızı bulunan ve hayatını İzmir’de sürdüren Avni Anıl, beynindeki bir rahatsızlık nedeniyle iki defa hastanede tedavi görmüştü.

Türk sanat müziği denince akla gelen ilk isimlerdendi Avni Anıl… İlk bestesini 1951 yılında yapan Anıl, 57 yılda pek çok unutulmaz besteye imza atmıştı. Müzik eğitimine Üsküdar Halkevi’nde 1943 yılında başlayan ünlü bestekâr, ilk derslerini Emin Ongan’dan almıştı. “Musiki Sözlüğü” adlı dört ciltlik eserinde musiki tarihi için önemli hatıralar yayımlamıştı. Şarkılarından birçoğu, son elli yılın en sevilen şarkıları arasında sayılıyordu. Avni Anıl’ın dillerden düşmeyen, gönül telimizi oynatan ve unutulmayan bestelerinden bazıları şunlardır: “Biraz Kül Biraz Duman, Ağla Gitar, Aşk Bu Değil Yapma Güzel, Akşamın Olduğu Yerde Bekle Diyorsun, Gözlerin Bir Aşk Bilmecesi Sorar Gibi, Mihrabım Diyerek Sana Yüz Vurdum, Kaderimde Hep Güzeli Aradım, Öyle Dudak Büküp Hor Gözle Bakma, Dilşâd Olacak Diye Kaç Yıl Avuttu Felek, Bir Peri Masalı Kulaklarına, Gün Be Gün Yaşanan O Hatırayı Unutup Bir Yana Atmak Olmaz ki...” Hiç unutulur mu bu şarkılar?...

Türk müziğinin yaşayan en büyük isimlerinden biri olan bestekâr Avni Anıl, göçüp giderken arkasında hoş bir seda bıraktı. O, bestelere bir ömür adayarak, Türk müziğine büyük katkılarda bulunmuştu. Türk müziğinin tartışmasız duayenlerinden biriydi Avni Anıl… Sağlığında adına beste yarışmaları düzenlenmişti. Yaşarken kıymeti bilinen ender şahsiyetlerden biriydi. Rast makamından hicaz makamına kadar her makamda beste yapan Anıl, gençlerimize Türk müziğini sevdirmişti. Anıl’ın TRT repertuarında pek çok eseri vardır.

Türk sanat musikisine ölümsüz eserler kazandıran Anıl, hicaz makamındaki “Dil Şad Olacak” adlı bestesiyle tanınmıştı. Arkasından nihavent makamındaki “Biraz Kül Biraz Duman” adlı bestesi şöhret basamaklarını tırmanmasına zemin hazırlamıştı. Onun, beste yapmanın dışında ülkeyi baştanbaşa gezme sevdası vardı. Ülkemizi gezmek için vesile arardı.

Müzikte kaliteye çok önem verirdi Avni Anıl... Onun eserlerinin geniş kitleler tarafından çok sevilmesi ve kalıcı olması, sanırım bestelerini bir kuyumcu titizliğiyle yapmasındandır। Kanaatimce, onun bıraktığı boşluk kolay dolmayacak. Avni Anıl dünyadan göç eylese de birbirinden değerli şarkıları gönüllerde yankılanacak. Allah rahmet eylesin.

Bir Beyefendi Şair: Halit Macit


M.NİHAT MALKOÇ

Trabzon’un değerleri ve değerlileri saymakla bitmez. Bu değerlerden ve değerlilerden biri de İnşaat Mühendisi-Şair Halit Macit Beyefendi’dir. Bu ‘beyefendi’ ifadesini özellikle kullanıyorum. Çünkü onun en belirgin vasıflarından biri de beyefendiliğidir. Onunla tanışıp konuşanların ilk izlenimi bu özelliğine dairdir. Halit Macit Ağabeyi 18 yıldan beri tanırım. Karadeniz Yazarlar Birliği’nin kuruluş aşamalarında kendisiyle tanışmıştım. Tabii ki ben o zamanlar yirmisinde bir delikanlıydım. O da ellilerindeydi. Halit Macit, Trabzon’da doğmuş ve bu şehirde yetişmiş bir hizmet eri, bir idareci ve bir söz üstadıdır. 1939 yılında Trabzon Merkez Yeşilova Köyü’nde doğan Macit, 1959-60’da Erkek Sanat Enstitüsü’nü, 1964-65’de Tekniker Okulu’nu, 1969-70’de Yüksek Tekniker Okulu’nu ve 1991–92 döneminde de Cumhuriyet Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ni bitirmiştir. O zamanlar imkânlar bugünkü gibi geniş değildi. O, okumanın erdemine inanmış, çok zor şartlarda tahsil hayatını sürdürmüştür.

Çalışmayı ve insanlara faydalı olmayı hayatının gayesi olarak gören Halit Macit, hiçbir zaman boş durmamış, daima bir şeyler üretmiştir. 1960-1964 yılları arasında İstanbul Sultanahmet Erkek Sanat Enstitüsü’nde öğretmenlik, 1964- 1966 yılları arasında Yedek Subay öğretmenlik, 1966-1968 yılları arasında Trabzon Belediye Fen İşleri Müdürlüğü, 1968-1989 yılları arasında İmar ve İskân Bakanlığı Trabzon İl ve Bölge Müdürlüklerinde şef, müdür yardımcılığı, son on yılda da kesintisiz İmar Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur.

Halit Macit, 1980’de mesleki incelemeler için Kıbrıs’a gitti. 1989’da da emekliye ayrıldı. 1989-1994 yılları arasında Trabzon Belediye Meclis Üyeliğinde bulundu, çeşitli mesleki komisyonlarda görevler aldı. O boş durmayı hiç sevmez. Maddî açıdan hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı halde halen Trabzon’da serbest inşaat mühendisi olarak çalışmaktadır.

Onun, bizi daha çok ilgilendiren yönü şairliği ve yazarlığıdır. Onca iş arasına yazmayı da sığdıran Macit, bugüne kadar pek çok dergi ve gazetede yazı ve şiirler yayınlamıştır. Halit Macit’in yazıları ve şiirleri Trabzon’da yayın yapan Türksesi, Karadeniz ve Karadeniz Olay gazeteleri ile Birlik, Yunus, Türk Ocağı dergileri ve İnşaat Mühendisleri Bülteni’nde okuyucuyla buluşmuştur. Fakat eserlerini yerel yayın organlarının dışında yayınlamayı düşünmemiştir. Oysa yazı ve şiirlerinin önemli bir kısmı Türkiye genelinde yayın yapan gazete ve dergilerde yayınlanabilecek derecede sağlam bir yapı ve içeriğe sahiptir.

Halit Macit, sanatın hemen her alanına ilgi duyan, sanatı bizzat yaşayan bir sanat dostudur. O bunu lafta bırakmadı, daima sanatın ve edebiyatın içinde olmaya gayret gösterdi. 1959-1960 yıllarında “Tarih Utandı” adlı tiyatro oyununda rol aldı ve bu oyun için kendisine ödül verildi. Atatürk’ün 100. Doğum yılında TRT’nin açmış olduğu şiir yarışmasında Karadeniz Bölge Birincisi oldu. 1988 yılında İstanbul-Gülhane Etkinliklerinde açılan şiir yarışmasında başarı ödülü kazandı. 1992’de Kemalist Atılım Birliği’nden başarı ödülü aldı.

Yazdıklarını ödüllerle taçlandıran Halit Macit, 18 Mart 1997’de Trabzon Belediyesi tarafından düzenlenen Hamsi Festivali’nde “Hamsiye Hasret” şiiri ile Belediye Kültür Müdürlüğü’nden birincilik ödülü kazandı. Okullara kitaplar hediye ederek kütüphaneler yaptırdığı için Trabzon Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından ödüllendirildi. Trabzon Belediyesine hizmetlerinden dolayı Belediye Meclisi’nce plaketle onurlandırıldı. Modern cami projeleri dolayısıyla Trabzon Müftülüğü tarafından ödüle layık görüldü. 4 Nisan 1997’de Karadeniz Yazarlar Birliği’nden onurluk aldı. Bu ödüller onun var olan çalışma azmini ve gayretini daha da artırdı. Hâlâ ilk günkü gibi çalışma gayreti içerisindedir.

İnşaat Mühendisleri Odası, Karadeniz Yazarlar Birliği ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan Halit Macit, şiirlerini “Bir Ömür Bir Şiir”, “Bir Ömür İki Şiir”, “Bir Ömür Üç Şiir” adlarıyla üç ayrı kitapta bir araya getirmiştir। Halit Macit Ağabey yazı ve şiir çalışmalarını devam ettirmektedir. Trabzon’daki kültür-sanat etkinliklerini düzenli olarak takip etmektedir. Onun sanat ve edebiyat aşkını takdir ediyor, kendisine uzun ve bereketli bir ömür diliyorum.

13 Haziran 2008 Cuma

Çıngız Ata Göçtü Beka Yurduna…


M.NİHAT MALKOÇ

Türk dünyası edebiyatı deyince akla gelen birkaç isimden biriydi Cengiz Aytmatov… O sadece Kırgızistan’ın değil, bütün Türk dünyasının yazarıydı. Onun aramızdan ayrılması sadece Türk dünyası için değil, bütün dünya için bir kayıptır. Aytmatov, Türk dünyasının yaşayan en büyük çınarıydı. O, Kırgızların günümüzdeki Manas’ıydı. Bundan öte Türk dünyasının Dede Korkut’uydu. O bir barış ve kültür elçisiydi. Türk kültürünün tanıtılmasındaki hizmetleri takdire şayandır. Kırgızlar onu çok seviyor, çağın atası kabul ediyorlardı. Kırgızistan’ın adını dünya ölçeğinde duyuran bir yazardı Kırgızların yerel deyimiyle Çıngız Ata… Onu Kırgızlar kadar biz de okuduk ve çok sevdik. Onun kitapları kütüphanelerimizi süsledi. Başımız sıkıştığında, hissiyatımız çıkmaza girdiğinde onun satırlarında soluklandık. O bizim için sırtımızı yasladığımız koca bir dağdı.

SSCB döneminde Türk kökenli olup da huzur bulan bir aydın gösteremezsiniz. Çünkü komünist sistem bu aydınları komünizmin paslı çarklarında ezmiş, kendilerine kimliklerini ve benliklerini yaşama imkânı vermemiştir. Mevcut sistem tehditlerle, gözdağıyla, korkutmalarla onları farklı kimliklere büründürmüştür. Ebedî âleme göç eyleyen Cengiz Aytmatov da bu zorlukları yaşayan aydınlarımızdandı. Üstelik onun babasını komünist Ruslar öldürmüştü. Acıların en büyüğünü henüz dokuz yaşındayken yaşamıştı Aytmatov… Stalin denen zalim, sırf kula kul olmadığı için masum bir insanın yaşama hakkını elinden almıştı. Onlara göre sistemin yaşaması için her şey mubahtı; karşı görüşte olanların topyekûn ölmesi gerekiyordu.

Onun her eseri şaheser kıymetindedir. Son romanı da benzerlerinden çok farklıydı. “Dağlar Devrildiğinde” adlı bu romanını Belçika’da Kırgızistan Büyükelçiliği görevini yaparken Rusça olarak kaleme almıştı. Dağlar Devrildiğinde’de, arka planda iki hikâye ve iki kahraman anlatılıyor. Biri efsane kahramanı olan ‘Ebedi Nişanlı’, diğeri bavul ticareti yapan Elsa… Bu kitabını küreselleşen dünyada, insanlığın kapitalizmle mücadelesinden yola çıkarak kişilerin sorunlarına çözüm üretmek amacıyla yazmıştı. Bu roman Türkiye Türkçesi haricinde, Japonca, İngilizce, Kırgız Türkçesi, Almanca gibi birçok dünya dilinde de yayınlandı. Ne yazık ki bu eserin devamı gelmedi. Yaşasaydı nice güzellikleri paylaşacaktı bizlerle. Bizlere bıraktığı eserler ölümüyle daha bir önem kazanmış bulunmaktadır. Çünkü bu eserlerin devamı yoktur. Yazar söyleyeceği son sözleri söylemiş ve göçüp gitmiştir.

Türk dünyasının medar-ı iftiharı merhum Aytmatov çocukluk ve gençlik yıllarını yoksulluk içerisinde geçirmişti. Son kitabı “Dağlar Devrildiğinde” adlı romanının imza gününde okuyucularıyla paylaştığı bir hatıra yaşadığı zorlukları anlatmaya yeterdi. İmza töreninde yokluklar içerisinde büyüdüğünü dile getiren Aytmatov, kız kardeşiyle ilgili ilginç bir anısını salondaki okurlarıyla paylaşarak şunları söylemişti: “O zamanlar ülke savaş içerisinde olduğu için halk yoksuldu. Ben ve kardeşim ilkokula gidiyorduk. İkimize ait bir çift çarık vardı. Bu çarığı kız kardeşim Roza ile sırayla giyerdik. Bir keresinde çarığı giyme sırası bende olduğu halde kız kardeşimin çarığı giydiğini gördüm ve neden yalın ayak gezmiyorsun diye kendisine kızmıştım...” Aytmatov çocukluk ve gençlik yıllarına ait bu gibi acı hatıralarını romanlarında işlemiştir. Onun romanları hayatından derin izler taşır.

Türk dünyasının son dönemlerde yetiştirdiği büyük yazarlardan biri olan Aytmatov, Rusya’nın yaşadığı ve yaşattığı nice karışıklıklara ve savaşlara şahit olmuştu. Bunların acı izlerini “Yüzyüze” “Cemile” “Toprak Ana” gibi eserlerde görebiliyoruz. Onun romanlarında İkinci Dünya Savaşı’nın izleri daha belirgindir. O, romanlarında hayata ayna tutmuştur.

Aytmatov aile kurumuna çok önem veren bir insandı। Çocukluğunun aile ortamını hiç unutmamıştır. Babaannesinin anlattığı masal ve hikâyelerle yerli kültürün ilk motiflerini yüreğine nakşetmiştir. Kırgızistan’ın yemyeşil tabiatı ve yaylaları onun eserlerine yansımıştır. O yaşadıkça dolmuş, duygularını paylaştıkça, yazdıkça boşalmış, rahatlamıştır. İyi ki yazmış, yazmasaydı hayatımızdaki güzelliklerin bir kısmı eksik kalacaktı. Güle güle büyük usta…