11 Kasım 2007 Pazar

Cemil Meriç'in Akıl Defteri


M.NİHAT MALKOÇ

Türk milletinin âb-ı hayat hükmünde değerleri ve değerlileri vardır. Bunlardan birisi de Cemil Meriç’tir. Meriç, ömrünü düşüncenin girdabında geçirmiş, Osmanlı’nın inkırazını içinde yaşamış ve hissetmiş bir akıl hocasıdır. O, fikir namusunu yüreğinin derinliklerinde hissetmiş, eğilip bükülmeden ve yalpalamadan dimdik ve haysiyetli bir duruş sergilemiştir.

Cemil Meriç, genç yaşta görme yetisini kaybetmesine rağmen ömrünün son anına kadar bu milletin selâmeti için düşünme gücünü diri ve canlı tutmuştur. Bizim görmediklerimizi görmüş, bizim hissetmediklerimizi hissetmiş, bizim duymadıklarımızı duymuştur. Bu ülkenin gençlerine yepyeni ufuklar açmıştır. Bizler ondan çok şey öğrendik. Doğuyla Batı arasında sıkışıp kalan bu milletin kurtuluş reçetesini o sundu bize.

Türk mütefekkirleri arasında sözüyle özü bir olanların başında gelir Cemil Meriç… Bu büyük Türk aydınının adını muhayyilemize kazıyan birbirinden güzel ve çarpıcı sözleri vardır. Bunlardan bir buket yapıp sizlere sunmak istiyorum:

“Sol ve sağ… Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit… / Kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her namuslu yazarın vicdan borcu. / Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanıp uçmak gericilikse, her namuslu insan gericidir. / Kelam, bütünüyle haysiyettir. / Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. / İzm’ler idraklerimize giydirilen deli gömlekleri. / Slogan, ilkelin ideolojisi. / İdeolojiler, uçurumları aydınlatan hırsız fenerleri. / Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız.

Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür. / Kitap, istikbale yollanan mektup… Smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür… / Tarihimiz, mührü sökülmemiş bir hazine…. / Her toplum bir kitaba dayanır: Ramayana, Neşideler neşidesi veya Kur’an… Senin kitabın hangisi? / Duygunun asaleti, kuvvet ve isabetindedir. / Yığın düşünmez, maruz kalır. / Bayağı, hissetmeyendir. / Gerçek hükümdarlar, ebedî hükümrandırlar. Hazineleri yağma edildikçe zenginleşirler. / Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza… / Mütercim, mutlak’ı arayan bir çılgın, “felsefe taşı”nı bulmaya çalışan bir simyagerdir.

Şiir ne bir teşrih masasıdır, ne bir teşhir çarmıhı... / Polemik zekâların savaşıymış. Zekâlar birbiriyle savaşmaz. Kinlerin, peşin hükümlerin, gizli çıkarların savaşı, polemik. Eski bir inancı yok etmek isteyen yeni bir düşüncenin savaşı… Ve her mübariz kendi cephesinde muzaffer… / Yaşayanları yöneten ölülerdir. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var. / Gitmek, kaderin hatalarını düzeltmektir. / Kahramanlık, hatada ısrar etmemektir. / Asya’nın bütün evlatları içinde Batı’nın ilk benimsediği: Zerdüşt… / Aldatmayan tek sevgili var dünyada: mutlak güzel…”

Cemil Meriç dünyaya ve yaşanan hadiselere hep ibret gözüyle bakmıştır. O, hadiselerin görünen yüzünü değil, içe yansıyan cephesini teşhir ve tespit etmiştir. Hayata pembe gözlükle bakmadığı gibi kalın camlı, koca çerçeveli gözlüklerin arkasından da bakmamıştır. Olması gereken noktada durarak gördüklerini teşhir ve tespit etmiştir. Onun dünyaya, hayata ve insana bakışını yansıtan veciz sözlerine kaldığımız yerden devam edelim:

“Her çağ kendi kelimelerini söyletmiş kelimeye; her demagog(lâfazan) kendi yalanlarını… / İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime… / İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim... / Kültür, homo ekonomikus’un kanlı fetihlerini gizlemeye çalışan birer şal... / Kültür, kaypaklığı, müphemiyeti ve seyyaliyetiyle Avrupa’dır. Tarif edilmeyen, edilemeyen bir kelime… / Batı’nın düşünce tarihi akılla naklin mücadele tarihi… / Din, Avrupa için bir afyondur, bütün ideolojiler gibi…

Avrupa tarihi, bir sınıf kavgası tarihidir. / Raskolnikov sarsıntı geçiren bir toplumda yapayalnızdır. Dosto gibi... / Şuuraltı(psikanaliz) her istediğini kolayca elde eden mutlu azınlığın imtiyazı… / Kendini tanımak, marifetlerin marifeti… / Belki de medeniyet uyuyor ve zaman zaman rüya görüyor. / Savaş bir irşat… Savaş, ışıkla karanlığın diyaloğu… Düşman, gözü bağlı olandır. / Bu çökmeye hazır medeniyet üç sütün üzerinde duruyor; süngü, açlık, fuhuş…/ Tarihi yaratan, fertle yığın arasındaki anlaşmazlık…

Çatışmasız toplum beraber otlayan, beraber geviş getiren adsız bir sürü… / Tarihin mimarı: isyan, kadere, zamana, insana… / Dahi, münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen… Zirveden zirveye akseden şarkı… / Kronoloji: aptalların tarihi… / Din, bir susuzluk, sonsuza karşı duyulan özlem. Bilgi değil, aşk… / Hapishane, maskelerin çıkarıldığı yerdir. / Mahalle kavgaları, tefekkürün zirvelerine ulaşmamalı…”(Bu Ülke- Cemil Meriç-İletişim Yayınevi)

Cemil Meriç’in defalarca okuduğum şaheseri olan ‘Bu Ülke’ den derlediğim veciz sözlerden bir kısmını sundum sizlere. Bu belâgatli sözlerin her biri bir kitap hacminde anlatılacak duygu ve düşünceleri yoğun bir içerikle anlatıyor. Uluslararası düzeyde itibar gören ve içinde yaşadığı topluma eleştirel gözle bakabilen bu güzel insanı anlamak için kafa yormamız gerekir. Zira onun teşhis ve tespitleri müşahhas hakikatlerden besleniyor. Cemil Meriç’in akıl defteri bizim ilham kaynağımız olmalıdır. Aksi halde kendi etrafımızda döner dururuz. Azgın dalgalara ve şiddetli fırtınalara karşı sakin bir limana sığınamayız.

80 Yaşında Bir Şair Delikanlı: Nurettin Özdemir


M.NİHAT MALKOÇ
Geçenlerde Trabzon Lisesi çok değerli bir şiir üstadını ağırladı. 10 Ekim 2007 Çarşamba günü Trabzon Lisesi’ni teşrif eden Nurettin Özdemir’le uzun sayılabilecek bir süre boyunca kültür, sanat, edebiyat ve hayat üzerine konuştuk. Kıymetli Şair Nurettin Özdemir’i gıyaben tanırdım. Bugüne kadar hiç karşılaşmamıştık kendisiyle. Yeğeni Ali Çetin Özdemir, Trabzon Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni olarak çalışıyordu. Yani mesai arkadaşımdı, üstelik aynı branştandık. Dayısı olan Nurettin Özdemir’le görüşme isteğimi iletmiştim kendisine. O da ilk fırsatta bunu sağlayacağını söylemişti bana. Şair Özdemir Ankara’da yaşıyordu. Seyrek geliyordu Trabzon’a ve memleketi olan Gümüşhane’ye… Trabzon’a gelince beni de çağırdılar. Koşa koşa gittim. Çünkü onunla tanışmayı, sohbetinde bulunmayı çok istiyordum.

Şair Nurettin Özdemir’in şiirlerini severek okuyan, üzerlerinde şekil ve içerik analizi yapan bir şiir dostuyum ben. Vaktiyle kendisiyle ilgili yazılar da kaleme almıştım. O, günümüz şiirinde yaşayan ustaların başında geliyor şüphesiz. Şiirlerini serbest tarzda yazmasına rağmen kelimeleri ustaca kullanarak farklı bir ahenk oluşturmuştur. Onun özellikle “Vatan” şiirini çok severim. Bu şiir süssüz ve sade bir dille yazılmasına rağmen şiirsel derinliğe sahiptir. O, sade bir dille de güzel şiirler yazılabileceğini göstermiştir.

Özdemir, 1927 senesinde Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinde doğmuştur. 1951’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olarak serbest avukatlığa başlamıştır. 1961 yılında Gümüşhane’den milletvekili seçilerek 1972’ye kadar Gümüşhane’yi milletvekili olarak temsil etmiştir. 1980 yılında Kültür Bakanlığı Müşavirliğine atanmıştır. 1988 yılında Türkiye Kızılay Derneği Genel Merkez Kurulu üyeliğine, üç yıl sonra da Kızılay Genel Başkan vekilliğine seçilmiştir. Evli ve beş çocuk babasıdır. Özdemir elli yılı aşkın bir süredir şiirle uğraşmaktadır. “Hayat Şiiri”, “Yağmur Sonrası”, “Yitik Sevgi”, “Vakit Geçti Yorgunum”, “Zaman ve Aşk” adlı şiir kitapları yayınlanmış ve bazı şiirleri de bestelenmiştir.

Gümüşhaneli Şair Nurettin Özdemir ortaöğreniminin ilk yıllarında Trabzon Lisesi’nde okumuş, daha sonra İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olmuştur. Fakat onun için Trabzon Lisesi’nin yeri bambaşkadır. Kendisiyle yaptığımız ikili konuşmalarda Trabzon Lisesi’ne dair anılarını tek tek anlattı. Çok güçlü bir hafızası var. Gençlik yıllarına ait hatıralarını aktarırken gözlerinin nemlendiğini fark ettim. Şu anda 80 yaşında olan Özdemir, 65 yıl evvelki anılarını kâğıttan okuyormuş gibi sıraladı. Onlarca ismi hâlâ aklında tutabiliyor.

O gün Şair Nurettin Özdemir’le Trabzon Lisesi’ni baştanbaşa dolaştık. Okul Müdürü Ömer Eyüboğlu okul hakkında gerekli bilgileri verdi kendisine. Okulda yapılan yeniliklere hayran kaldı. Sınıfa girip öğrencilerle ayaküstü söyleşti. Onlara hatıralarından bir demet sundu. Öğrencilere nasihatlerde bulundu. Şairlik serüveninden bahsetti. Eski günleri anlatırken gözyaşlarına hâkim olamadı. Öğrencilere yaşadığı dönemin zorluklarını anlatarak şunları söyledi: “Trabzon Lisesi’ni okuduğum zamanlarda yalnızca Trabzon’da lise vardı. Artvin’de lise yoktu, Rize’de lise yoktu, Gümüşhane’de lise yoktu, Erzincan’da, Ordu’da, Giresun’da lise yoktu. Samsun’da vardı, Kastamonu’da, Zonguldak’ta, Trabzon’da vardı. Yani Türkiye’de sadece 18 lise vardı. Bu bölgenin bütün çocukları orada yatılı okuduk.”

Nurettin Özdemir Bey şiirde Ahmet Hamdi Tanpınar’dan çok etkilendiğini anlattı bize. Onunla Haydarpaşa Lisesi’nde karşılaşmış, kendisine uzun bir şiir okumuş, hayranlığını kazanmıştır. Yahya Kemal’i, Necip Fazıl’ı tanımış, sohbet meclislerine iştirak etmiştir. Yabancı şairlerden Rilke’nin tesiri altında kalarak şiirler yazmıştır. Rilke’yi ona tanıtan ve sevdiren de Tanpınar’dır. İstanbul’un tarihi dokusu ve tarihi coğrafyası onu derinden etkilemiştir. O, Türk şiirini çok iyi tanımış, yapıca sağlam eserler vermiştir. Özdemir, gençlik yıllarında Trabzon’da yaşadıklarını hiç unutamıyor. Çıkardıkları Boztepe Dergisi’nden, müdürleri Faik Dranas’tan hatıralar anlatıyor. Özdemir’in diksiyonu çok düzgün, etkileyici konuşuyor. Nezaketiyle tam bir Osmanlı erkeği imajı veriyor. Allah ömrünü uzun eylesin.

Aşk Bağının Bülbülü


M.NİHAT MALKOÇ

Sevgi üzere kurulmuş dünya denen bu gezegen!.. Aslolan da sevgi değil midir zaten. Ariflerin iki kanadından biridir bu asil duygu. O ulvi kanat olmasaydı erenler Allah katında maneviyat zirvesine yükselebilirler miydi? Hakk’a muhatap olabilirler mi?

Sevginin en ileri derecesi olan aşk, Allah dostlarını manevi açıdan asumana yükseltmiştir. Makamdan makama, halden hale taşımış, gönüllerini dalga dalga coşturmuştur. Fakat aşktan kastedilen basit anlamda karşı cinslerin birbirini sevmesi değildir. Hakiki aşk, muhabbetullahtır. Yani bizi yaratan, koruyan ve rızıklandıran Allah’ı katıksız bir sevgiyle sevmektir. Beşerî aşklar da ilâhî aşkların yansımalarından ibarettir.

Öyle veya böyle!... Sevgi sevgidir. Sevmekten kimseye zarar gelmez. Fakat şunu asla unutmamalıyız ki nefsimiz bize hiçbir zaman iyi şeyleri telkin etmez. Aşk, nefisten kaynaklanmaz. Nefisten kaynaklanan şehvetle, gönülden gelen aşkı birbirine karıştırmamak gerekir. Aşk sevdiğine kurban olabilmeyi göze almaktır.

Günümüzde insanlar müzmin bir sevgisizlik hastalığına tutulmuş. En basit bir gerekçeyle kan dökülüyor. Toplumun fertleri patlamaya hazır bir bomba gibi… Pimini çekmek için bir söz yeter de artar da!... Sanki patlamaya hazır bir yanardağ misali insanımız!.... Bana ne deyip geçemeyiz. Çünkü patlayacak volkanın lâvlarından biz de payımıza düşeni alacağız. Zira aynı dağın eteklerinde yaşıyoruz. O kızgın lâvlar bir gün bizi de yakıp kavurabilir. İş o noktaya gelmeden suyumuzu hazırlamalıyız.

Türk dünyasının sembol isimlerinden Yunus Emre’yi insanların gönlünde büyüten aşk ve muhabbet duygusu değil de nedir? Onun en belirgin özelliği aşkı taçlandırmasıdır. O, hayat felsefesini aşk üzerine kurmuştur. Bu onun hem hayatında, hem de şiirlerinde görülür. Zaten bu his sadece şiirlerinde kalsaydı inandırıcı olmazdı. Yaşanılmayan ve yaşatılmayan duyguların tesiri kabil değildir. O, sevgiyi ve muhabbeti bütün hücreleriyle özümsemiş bir halk ve Hak şairidir. Bunu anlamak için şiirlerine ve hayatına bir kez bakmak yeterlidir.

Yunus’ta aşk öyle ileri boyutlara varmıştır ki bu aşk, tutku derecesinde onun kendinden geçmesine, bir başka kimliğe bürünmesine yol açmıştır. Durumunu izah etmeye kelimeler kifayet etmemiştir. O, mevcut durumuna bakarak akıllı mı, divane mi olduğunu anlamakta zorlanmaktadır. Bunu şu mısralarda açıkça görebiliyoruz:

“Ben yürürem yana yana aşk boyadı beni kana
Ne âkilem ne divane gel gör beni aşk n’eyledi.”

Daha evvel belirttiğimiz gibi Yunus’un aşkı ilâhîdir. Onun sevgisini hümanizmle ve mecazi aşklarla ifade edemeyiz. Bu demek değildir ki Yunus insanları sevmiyor. O, Allah’ın dünyadaki halifesi makamındaki insanları elbette seviyor; fakat insanı kul makamından çıkarıp kutsal bir unsur olarak görüp putlaştırmıyor. Onda esas olan Allah sevgisidir. Hümanizm Yunus’u ifade etmekte yetersiz bir kavramdır. Yunus’ta esas olan Hakk’a ve hakikate yakın olmaktır. Bunu şu beyitte tüm açıklığıyla görebiliriz:

“Âşık Yunus seni ister, lütfeyle cemalin göster Cemalin gören âşıklar, ebedi ölmez Allah’ım!”

Yunus’un kitabında kan, kin ve nefret kavramları yazmaz. Onun yerine sevgi, aşk ve hoşgörü bulunur. Günümüz insanının teknoloji alanında harikulâde buluşlara imza atması önemli olmakla birlikte yeterli değildir. İnsanın manevî dünyasının viraneye çevrilmesinin önlenmesi daha öncelikli bir husustur onun için!…Kişi kendi iç dünyasını imar etmedikten sonra göğün yedi katını keşfetse ne mana ifade eder ki?... Bizi mutlu kılacak unsur, iç dinamiklerimizi dengeye oturtarak dünyayla ahireti paralel olarak tanzim etmektir. Aksi halde iç huzuru yakalamamız mümkün değildir. Asr-ı Saadet’teki insanlar onca zorluklara ve imkânsızlıklara rağmen manevî hayatlarını göz ardı etmedikleri için bizlerden çok daha mutluydular. Demek ki maddiyat tek başına huzuru sağlamıyor. Tek kanatla uçulmuyor.

Yunus, Hakk’a yaklaştıkça halk da ona yaklaşmıştır. İç huzuru, Allah sevgisinin en ileri derecesi olan muhabbetullahta bulan Yunus’un, herkes tarafından sevilip yüceltilmesinin esas sebebi, ölmeyen duyguları ruhuna nakşedip, hayatını ona göre yönlendirmesidir. Onun bu hususiyetlerini tiyatrocu ve şair Semih Sergen bir şiirinde veciz bir üslûpla dile getiriyor:

“Yunus insan demektir: Yunus sevgi, Yunus halk. Yunus vatan demektir: Yunus yurt, Yunus toprak. Yunus Türkçe demektir: Türkçe ak, Türkçe bayrak. Dertli Yunus, han Yunus, derviş Yunus, can Yunus.”